ıslak su damlaları üzerine

ışık yoksunu gecenin sessizliğini bir bıçak gibi yırtan çığlıkla uyanmadı; çünkü uykusu terazinin boş kefesini bile oynatamayacak kadar hafif olmasına rağmen, o çok yorgundu. saatinin düzensiz tiktakları onu rahatsız etti, saatinin pili bitiyordu. uyandı ve korkuyla arkasına baktı, yastık yüzünden nefes alamadı, az kalsın boğuluyordu. önünü de göremeyince iyice panik oldu. önüne döndü, ve ışığı açtı. özüne döndü ve düşündü, düşündü, düşündü. çeyreklendi. üşüdü, bir hırka aldı üzerine. bir lokma ekmek ve büyük bir lokma tatlısı yedi. birden masanın üzerindeki, tatlı kargaşayı seyredaldı. üç küçük su damlası, bir diğer su damlasının yeterince ıslak olmadığına kanaat getirmişlerdi besbelli. küçük su damlası direndi, direndi, bir birleşmeye belli ki henüz müheyya değildi. ama kapitalizm yine küçük olanı yutmuştu. kobilerin durumuysa yine kötüydü. boşa giden dört damlanın su faturasına bindireceği yükü hesaplarken, kapıda su saatini değiştiren adamlara lanet okuyordu...

rutubet.doc

kapıyı yavaşça çektim ve apartmandan çıktım sessiz adımlarla. hava serindi artık. ne yöne gitmem gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. kendilerini aydınlatmaktan dahi aciz şu cılız sokak lambalarının bana yol göstermelerini beklemiyordum zaten. gecenin bu saatinde neden uyanıklardı hala? “beni izlemeyi kes seni lanet olası!”. gözlerinin hala üzerimde olduğu hissi beni çileden çıkarmaya başlamıştı. adımlarımı hızlandırdım; izimi kaybettirmeliydim. “bana bakmayı kes seni piç kurusu!”. daha fazla dayanamıyordum. direklerden birine sırtımı yasladım ve gözlerimi kapattım. işaret parmağımın cebimdeki anahtarlıkla oynaştığını fark ettim bir an. aynı pozisyonda kaç dakikadır sevişiyorlardı acaba? gözlerimi açtım ve tekrar yürümeye başladım. yine o aynı kahrolası lambalar... her biri beni bir sonrakine teslim edene dek yanımdan ayrılmayan refakatçiler... çıldırtıyorlardı beni. “tek istediğim biraz yalnız kalmak!”. kaldırıma oturdum.

bilincimin mesai saatleri dışındaydım artık. birkaç adım daha ileriye doğru yürümeye niyetlendim. bir ışık sessizliği bozdu. nihayet… beni almaya geliyorlardı işte. gittikçe irileşen ışığa gözlerimi kısmadan bakmaya çalıştım bir süre. zaman önemini yitirdi o an. geliyorlardı işte… ayağa kalktım, elimi kaldırdım. göz göze geldik, yalnızca bir an için. yanılmıştım. benim için gelmemişlerdi, asla gelmeyeceklerdi…

gecenin bir yarısı ısrarla el kol yapmama rağmen durmayan bütün dolmuş şoförleri: yüce allah belanızı versin yahu. para da vermeyeceğim artık size. ayıp.

kürtaj sektörüne alternatif bir bakış.doc

hiç şüphesiz ki kürtaj, tanrının biz zavallı insanlara sunmuş bulunduğu en lezzetli nimetlerden biri. istatistiklere göre, sadece iskandinav ülkelerinde her yıl on iki milyondan fazla kızımız kürtaj olmak amacıyla kendisini türk hekimlerine emanet ediyor. her dört saniyede bir, dünyanın herhangi bir yerinde bir kızımız çocuğunu aldırıyor. yetkililer, sektörün 2011 yılına kadar %13.5 oranında büyüme kaydedeceğini belirtiyor.

ne yazık ki kürtaj sektörü, ülkemizde hak ettiği ilgiyi görmüyor. güzel kızlarımız, bir anlık ihmalkarlıkları yüzünden sevimli mi sevimli bir erkek çocuğu doğurmak zorunda kalıyor, bununla da kalmayıp annelik diye tabir edilen o tarifsiz duyguyu yaşamak zorunda bırakılıyor. ülkemizde bu durumun oluşmasında en önemli etken olarak reklamlardaki yetersizlik gösteriliyor. okullarda, öğrencilerimize kürtajla alakalı herhangi bir bilgi verilmiyor, pırıl pırıl gençlerimiz bu nimetten bihaber, bilinçsizce çocuk yapıyor. basın ve yayın organlarında, bu dev sektörle alakalı en ufak bir tanıtıma bile yer verilmiyor. yetkililer, türkiye’de kürtaja yeteri kadar başvurulmamasının bir diğer sebebi olarak maddi imkansızlıkları gösterse de, çocukla birlikte gelen maddi yükün yanında, kürtaj için gereken para sanıldığı kadar da azımsanmayacak bir miktar değil.

yine aynı yetkililer, bütün bu olan bitenin, muhtemelen kürtaj olmayı düşünen ya da kürtaj sektörüne atılmayı planlayan, dolayısıyla piyasa hakkında az çok fikir sahibi olmak için forumlarda kamuoyu yoklaması yapmak isteyen; fakat aslında anlamsız başlıklar açarak forumları renklendirmekten öteye gidemeyen arkadaşlarımızın, kürtaj hakkında naçizane fikirlerimizi soran başlıklarının haftalardır top 10’da kalmasına dair herhangi bir engel teşkil etmediğini de belirttiler.

kürtaja karşı olanların allah belalarını versin hemen. lütfen gençlerimizi kürtaja teşvik edelim, hadi olm.

kaynak: yetkililer

yayayı hiçe sayan o şoför üzerine

topaç misali dönen dünyanın yine kendi etrafında bir tam tur atması sayesinde mevcudiyet bulmuş , sadece yirmi dört saati kapsayan ama getirdikleri hafızalara sığmayan bir günün, nöbet sırasını bir başka ama henüz yazılı olmayan bir sayfaya devretmek üzere olduğu dakikalarda, birbirleriyle yarışırcasına bitiş çizgisi olan toprağa ulaşmaya çalışırken başarılı olup toprakla aşklarının meyvesi olan çamuru dünyaya getiren ya da amacına ulaşamayıp insanoğluna çarparak soğuktan titreten ama nihayetinde görüntüsüyle insanın içini ısıtan ay ışığının renkleriyle bezeli yağmur zerreciklerinin ıslattığı, iki yanında patik giymiş gibi patileri olan iki tombul kedinin yağmurdan kaçarak sığınacak çatı aradığı, sonsuza kadar gidiyormuş gibi görünen ama göz kontrollerinde görülen eve giden patikadan aslında daha uzun olmayan, sitenin bahçesindeki çiçek ekmek amacıyla kullanılan ve yanlışlıkla bastığım patikadan çıktım ve otoparka, oradan da anayolun yanındaki kaldırıma ulaştım. medeniyetin en önemli getirilerinden olan ve esasında dayanışmanın ne güzel sonuçlar doğurabileceğinin bir örneğini verdiğini düşündüğüm kaldırımın üzerinde tatlı hayaller kurarak yürümeye başladım. yürümek... ne güzel bir ahenktir değil mi? bir metronom hassasiyetinde aralıklarla atılmış adımların ritmini ancak doğanın ya da ankara belediyesi'nin önümüze koyduğu bir engel bozabilir. ya da...

işte onun allah belasını versin. üst baş battı.

transferde son gelişmeler

"bu sene transferin sessiz kulüplerinden galatasaray'da, rijkaard'ın teknik direktör olarak göreve gelmesinden sonra beklentiler zirve yaptı. yılın ilk imzasını bursaspor'dan mustafa sarp'la gerçekleştiren takımın yeni hedeflerinin ronaldinho, messi, wayne rooney, george clooney, keanu reeves ve britney spears olduğu öğrenildi!

futbol şube sorumlusu haldun üstünel 2 haftadır yoğun çaba harcayarak yürüttüğü brintey spears transferini başarıyla sonuçlandırmak üzereyken acıbadem kalifornikeyşın naytingeyıl hastanesi'nde girdiği sağlık kontrolünde spears'ın bakire olmadığının anlaşılması bu transferi yatırdı.

öte yandan her transferde, tıpkı canı çok sıkılan emekliler gibi devreye giren haim fresco, milan yetkilileriyle görüşerek ronaldinho için kapıyı çaldı. haim fresco'nun milan'lı yöneticilere "olm siz çok güçlü oldunuz ya sabri'yi alın ronaldinho'yu bize verin" dediği öğrenildi.

tam bu sırada telefonu çalan adnan polat'ı arayan isimse mehmet topuz'dan başkası değildi. "başkanım biliyorsun genç kızlık dönemlerinden beri koyu galatasaray'lıyım." diyerek "başkanım beni al!" mesajı veren topuz'u sakinleştiren polat, topuz'a kendisinin fenerbahçe'ye transferinin gerçekleştiğini hatırlattı.

kulübe bir faks gönderen barcelona ise etoo, henry, messi üçlüsünü galatasaray'a teklif etti. bu oyuncular için mehmet güven + 2 milyon kedi istenmesi üzerine adnan sezgin kendileriyle kafa bulunduğunu düşündü. daha sonra kedi'nin gana para birimi olduğunu öğrenen adnan sezgin, "ya abi yemeğe çıkmıştık, valla geç gördük ya" demek için barcelona'yı aradıysa da kulüp başkanı joan laporta "yok de, yok de, yenge çağırdı eve gitti de." diyerek bu işten yırtmayı bildi.

bugün yapılan imza töreninde ise galatasaray, çukurhöyük belediyespor'un genç yeteneği kamil kaskamil ile sözleşme imzaladı."


diyeceğim odur ki türk spor basını, bendeki potansiyeli görüp beni hala işe almazsanız allah gani gani belanızı versin.

garson.doc

“her kim ki, bir doyumevi çalışanından hayatı boyunca bir kere olsun bile acılı ezme istememiştir; ahirette hesabı hep ona yıkacağım!” buyurur peygamber efendimiz ve pis pis sırıtır. hadislerde bile kendine yer bulmuş acılı ezme adlı o garip varlıkla ilgili, geçen hafta başımdan geçen bir olayı sizlerle paylaşmak isterim dostlarım:

ailem, yakışıklı ve varlıklı dayıma sürpriz bir ziyaret yapmak amacıyla yurtdışına çıkalı henüz iki gün olmuştu. benim ise idrarım balık yağı gibi kokmaya başlamıştı bile; zira iki gündür yalnızca çok kaliteli ton balığı ve nutella ile beslenmekte idim. murphy der ki: “hayat, bir boş eve ve bir kıza hiçbir zaman aynı anda sahip olamayacağınız şekilde programlanmıştır. aynı anda bir boş ev ve bir kıza sahip olduğunuzu düşünüyorsanız; o aslında bir kız değildir.” murphy’e ilk defa o an hak vermiştim. içeride çıplak bir biçimde kanepeme uzanmış yatan o yaratık her neydi bilmiyorum; ama bir dişi olmadığına yemin edebilirim. ulu tanrım! içeride iri erkekliğini avuçlarının içinde tutan o şey bir erkekti…

menü üzerinden, karşımda dikilen o sevimsiz surata baktım göz ucuyla. iri ellerini önünde birleştirmiş, iki dudağım arasından çıkacak birkaç sözcüğü beklerken; görmüş geçirmiş suratına yerleştirdiği, ukalalık sınırlarını zorlayan o görüntü karşısında gözlerim yuvalarından uğramıştı. tanrı, insan denen kutsal varlığın bu denli iğrenç bir suretiyle neden yüz yüze getirmişti beni? gözlerimi menüye çevirdim tekrar ve önümdeki garson müsveddesinden kurtulmak için bir çırpıda söyleyiverdim siparişimi: bir buçuk kuzu tandır. lüks lokantaların genellikle ikram olarak getirdiği birtakım leziz besin maddeleri, onlarca garsonun seri adımlarıyla taşınmaya başlamıştı bile ve yıllardır yüklü miktarda bahşiş bırakıyor olmanın dayanılmaz hafifliği, beni ikinci acılı ezmeyi istemek için cesaretlendirmişti. kafamı kaldırdım ve sesimi olabildiğince yumuşatarak, yağlı tandır ekmeğinin yanı sıra bir tabak acılı ezme daha istedim, istedim, istedim… tam üç kere istememe rağmen bana ikinci acılı ezmeyi getirmeyen tüm garson müsveddeleri, allah belanızı versin.

türkiye'de ornitoloji üzerine

kaleme aldığım ve blog belgeliğinde kısa bir arama neticesinde bulunabilecek olduğuna inandığım sabık bir yazıda, hayatı kabaca işlemiş, iyi ve kötü yanlarını lady justice'in kefelerine koymuş ve kötü yanların sıkı bir perhize girmesinin iyi olacağını belirtmiştik. elimizdekileri terazinin hangi kefesine koyacağımız göreceli elbette, örneğin pek çok kişi zorunlu olduğu şeyleri, ne kadar keyifli olursa olsun, kötü olarak sınıflandırır. ne kadar güzel de olsa kişinin sırtında yüktür bunlar.

bu ağırlıklardan biri de mesleklerimiz. önemli bir kısmımız mesleklerini sevmese de, hemen hepsi çok değerli. ancak, ne yazık ki, insanların gözünde her meslek aynı değerde değil. özellikle türkiye'de mühendislik, doktorluk gibi tefahür kaynağı olarak görülen ya da dönem dönem konjonktür gereği alazlanan fakat uzun vadede saman alevinden fazla işlev göremeyen, alayişten fazlası olmadığı halde üyelerinin allame edasında olduğu meslek gruplarından herhangi birine üye olmayanların yaşadığı sıkıntılar yazılsa roman olacak cinsten. bu sıkıntıyı çeken mesleklerden biri de naçizane dahil olduğum grup, ornitologluk. dünyada ornitolojiye verilen önem zaten ortada, hele türkiye'de sitüvasyon iyice korkunç, olaylar zaman zaman alay etme boyutuna kadar ulaşıyor, insanın tüyleri ürperiyor. oysa, siz ne bilirsiniz ki ornitoloji hakkında? hanginiz yaşadı ki türkiye'nin ilk Emberiza melanocephala gözlemcisi olmanın keyfini? hanginiz dinledi ki Hippolais polyglotta'nın enfes sesini? hanginiz gördü ki Motacilla cinerea'nın kuyruk sallayışını, Tichodroma muraria'nın karalar bağlayışını, Acrocephalus schoenobaenus'un tabanları yağlayışını?

bilmeden konuşmayın. hepinizin de allah belasını versin.

beware of the sharp edge weapon called human being.